DiasporaTürk, göç ve göçmenlik deneyimleri üzerine çalışmalar yapan gönüllü bir topluluk. İlk kez sosyal medyada başladığımız yayın serüvenimiz, göçmen aileler tarafından gönderilen göç fotoğrafları ve hikayeleriyle birlikte bambaşka bir alana evrildi. Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen fotoğraf ve hikayeler bize göç tarihinin kapılarını araladı. İstanbul'dan Münih'e giden Sirkeci Treni'nin kalabalık kompartımanlarından birine bir bilet bulduk ve yarım asrı geride bırakan göç hikayesinin yolcularından biri olduk. Kimi zaman fabrikada çalışan işçilerin zorlu hayat mücadelesi, kimi zaman aylarca yolu gözlenen bir mektup, kartpostal ya da kasetin öyküsü, bazen de kavuşamayanların özlem hikayeleri çıktı karşımıza.
DiasporaTürk bu duygularla şekillendi. 2016'da Göçüp Kalanlar, 2018'de 11. Peron isimli kitaplarımız yayınlandı. Yurt içinde ve yurt dışında sergi, söyleşi ve arşiv çalışmalarımızla on binlerce insana ulaşabildik. Göç ve göçmenlik deneyimlerine ilgi duyuyorsan bize katılabilir, sen de bu serüvenin bir parçası olabilirsin. Dünya var olduğundan beri göç hep devam ediyor...
DiasporaTürk göç ve göçmenlik deneyimleri üzerine çalışmalar yapan gönüllü bir topluluk. Sosyal medya yayınlarının yanı sıra sergi, söyleşi, seminer ve kitap çalışmalarını sürdürüyor.
❝Eşim Almanya’ya gidiyorum dediğinde hiç ses etmedim. Adını ilk defa duyuyordum. Yolculuk trenle üç gün sürüyor dediği o an anladım. Demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.❞
❝Eşimden bant gelmiş, bütün ev teybin başındayız. Eşim bantta ‘iyisiniz inşallah’ diyor bütün ev ‘iyiyiz iyiyiz’ diyor, ‘köye kar inmiştir’ diyor, herkes ‘indi indi’ diyor. En son anasını, babasını herkesi andı, kalanlara da hasretle selam ederim dedi. İşte o kalan bendim.❞
❝Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Biz işte o aileydik.❞
❝18 yıl Essen'de çalıştık ama adres sormadan bir yeri bulamıyorduk. Biz hep şehrin altını gördük, üstünü görmedik ki bilelim.❞
❝O zamanlar tek firma vardı, o götürüyordu cenazemizi memlekete. Ama hafta sonu kapalıydı. Biz de ne yapalım, inşallah hafta içi ölürüz diyorduk.❞
11. Peron, umutları, hayalleri ve gelecekleri için yola çıkan milyonlarca insanın ortak göç hikayesini anlatıyor.
1960’larda Avrupa’nın işgücü açığını karşılamak için yola çıkan misafir işçilerin arasında Türkler de vardı. Almanlar onlara “gastarbeiter” yani misafir işçi diyordu. Çünkü birkaç yıl çalışacak, aileleri için para biriktirip ülkelerine geri döneceklerdi. Her ne kadar sağlık muayenelerindeki görüntüler “misafire” uygulanacak türden olmasa da kimi düğün parasını denkleştirmek, kimi traktör parasını çıkarmak, kimi de memlekete para gönderebilmek umuduyla katlandı buna. Oysa katlanacakları tek şey bu değildi… İki gece üç gün süren tren yolculuğu, savaş zamanından kalma 8-10 kişilik işçi yurtları, ağır çalışma koşulları, dilini, yaşantısı, geleneklerini ve kültürünü bilmedikleri bir ortam, onları bekleyen zorlu hayatın yalnızca bir yüzüydü. Ancak hiçbir şey İstanbul’dan kalkan trenlerin zamanla sayısının artmasına ve trenlerin dolmasına mani olmadı. Haftanın her günü günde 2 sefer yapan trenler yüzbinlerce Türk işçisini Avrupa’nın madenlerine, fabrikalarına, atölyelerine taşıdı. Nice mektuplar yazıldı, nice kasetler dolduruldu… Şiirler ve şarkılar onlara yarenlik etti.
Zaman akıp geçse de geri dönüşler pek mümkün olmadı. Gidenlerin çoğu kalıcı oldular… Ailelerini de yanlarına alarak gittikleri ülkelere yerleştiler. Hem kendi hem de doğdukları ülkenin diliyle, kültürüyle yetişten yeni nesiller dünyaya geldi. Avrupa’nın göçmen aileleri ilk yıllarda şehrin arka mahallelerinde ucuz ve bakımsız evlerde yaşamak zorundaydılar. Berlin’deki Kreuzberg gibi semtler bir süre sonra “getto” diye anılacaktı. Misafirlikle başlayan göç yolculuğu gettolarda devam ediyordu. II. Dünya Savaşı’nın acı hatırlarını anımsatan getto kelimesinin göçmenler için kullanılması, bir süre sonra Avrupa’da oluşan ayrımcı ve ırkçı hareketlerin ayak sesleriydi belki de…
Hayat devam ediyordu. Göçmenler yaşadıkları yerlerde ibadethane, dil kursu, okul, bakkal, lokanta, sinema ve iş yerleri açtıkça kalıcı olarak yerleşenlerin sayısı giderek arttı. 70’lerde Almanya’nın işçi alımını durdurması, 80’lerde çıkarılan geri dönüşü teşvik yasası yüzbinlerce Türk ailenin geri dönmesini sağlasa da çok daha fazlası Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde kalmayı tercih etti.
Anavatanları artık yalnızca yaz aylarında birkaç haftalığına gidilen bir yer olmuştu. Avrupa, onların yaşadıkları ve belki de hayata gözlerini yumacakları ikinci vatanlarıydı. 1960’larda İstanbul’daki Sirkeci Tren İstasyonu’nda tahta bavullarla yollara düşen misafir işçiler, bugün milyonlarca insanı ilgilendiren büyük bir diaspora hikâyesinin temellerini attılar. Bu bizim hikâyemiz. Bizim insanımızın hikâyesi…
"Göçmen yer değiştirmez, yeryüzündeki yerini yitirir. Vatanından olmuştur ama yeni bir vatan da bulamamıştır" Bauman